Ken’an Rifai tasavvufu, ne Gazali gibi sırf bir ahlak anlayışı olarak kabul etmiş, ne Muhittin-i Arabi gibi sadece vahdet-i vücutta kalmış ne de Mevlanâ gibi aşkıyla dünyayı ve ahireti de atlayıp geçmiştir. Üçünü birleştirerek bir yaşam şekli haline getirmiştir.
O Sultan buyuruyor ki, “yalnız dünyayı, şekli, maddeyi, görmek isteyenler için ahireti, manayı, ruhu görmek mümkün olmuyor. Halbuki insanın gözünde öyle bir gözlük olmalıdır ki dünyayı yani zahiri şekli görmesi manayı görmesine ve manayı görmesi de şekli görmesine mani olmasın”.
Ken’an Rifai’ye göre mistisizm , insanı tefsir edip derinlemesine açan, şu kainat içindeki yerini, diğer varlıklarla münasebetini belirten ve gerçekle temasını sağlayan bir yoldur. Mistik ise hayatı ahenkleştiren bu denge unsurunun icaplarına göre yaşayan, yani aşkı, alemin en esaslı gerçeği olarak gören kimsedir. Yine kendilerine göre din, mutlaka tasavvufun şerhine (açıklamasına ) muhtaçtır. Bütün dinler ancak tasavvufla şerh olmuştur ve yaşam biçimi haline getirilmiştir.
Tasavvuf birlemek demektir. Dünyada Allah’ın iradesi olmayan hiçbir şey yoktur. Bunun idraki akıl ve ruh birliği ile mümkün olur. Ruhun özü Allah’tır. Efendimiz yine bir tarifinde: “ Tasavvuf güzel ahlaktır, güzel ahlak ise edeptir, edepse, Allah’tan başka fail ve mevcut görmemektir ”, “Tasavvuf demek incinmemek ve incitmemektir” diyor. “ Çokluk yani kesret , Allahın birliğine mani değildir. Nasıl ki denizin dalgaları denizin birliğine mani değilse.” Mevlana Hazretleri tevhid fikrini şöyle açıklıyor: “ Elif’ten ya’ya kadar bütün harflere dikkat et. Birbirinden başka çizgiler ve şekiller gibi görünürler ve başka başka sesler verirler. Fakat az daha dikkatli olursan görürsün ki birbirinden başka sandığın bu harfler, hep aynı elif harfinin yani elif çizgisinin , türlü bükülüş ve şekillenişiyle meydana gelir. Yani bütün harflerin aslı elifde birleşir. Demek oluyor ki, tek bir elif harfinden bunca kelam doğuyor ve aynı kaynaktan doğdukları, yani esasta tek ve bir oldukları halde, tecelli ve görünüşlerde birbirinden ayrı ve sayılamayacak kadar çok kelimeler ve cümleler olabiliyorlar.” (Sayıların hepsinin birin tekrarından ibaret olması gibi). Hz. Ebubekir “Hiçbirşey görmedim ki onda Allah’ı görmeyeyim buyuruyor. İşte insan-ı kamil, kendi gönlünde bu tevhidi gösterip öğretendir. Yine Hazreti Mevlana, “Beytullah, Beytullah olalı ( Kabe) Allah gidip orada oturmadı. Benim ruhumun evinde ondan gayrı hiçbirşey yok”, diyor. İşte tasavvuf bu bilgiyi edinebilmektir.
Allah’ın birliği içinde çok çeşitli isimler vardır. Bu isimlerin aşikar olması ancak vücut bularak mümkündür. Çokluğa hoşgörü, birliğe hürmettendir. Aşkın manası da budur. Ken’an Rifai, Allah sevgisini bütün mahlukatı severek aşikar etmiş, yani, manayı şekle dökmüştür.
Kendileri buyuruyor ki: “Zıddiyete hürmet Allah’a hürmettir”. Mısri Niyazi: “Hanede viranede, kabede puthanede,çağırırım dost, dost” demiştir. Kafirde, müminde, ganide, fakirde, nar ve nurda aynı tecelliyi görmek esastır. “ her ne olursan ol, gel” sözü ile Hz. Mevlana da bu birliği ifade etmiştir. Kötü huylarının (nefsinin ) esiri olan kimse nasıl hürriyetten bahsedebilir. Ağyar yok, zıtlar vardır.”
Efendimizin tasavvuf anlayışını hal haline getirebilmek için, bütün dünyayı aynasından seyredip, aşık olup, hoşgörüsünü öğrenebileceğimiz bir mürşide ihtiyacımız var.