Ken’an Rifai, yaşanmış bir asrı, yaşanacak bir asra mal eden ve böylece asırları birbirine bağlayan ve istikbalin hamurunu şahsi deneme ve tecrübeleri mayası ile kıvama getiren bir ulu kişidir ki her insan, bilerek bilmeyerek onun varlığını biraz kendinde duymak, kendi benliğinin bir parçası ile onu bilip, iştirak etmek yolundadır.
Kendileri, her türlü kayıttan azade olan hasbiliği ile, cemiyet safları ortasında ne dünyadan, ne ukbadan bir ecir ve bir karşılık beklemeden savaşmak yolunda hayrete değer bir metanet ve cesaret göstermiştir. Neki bütün hayatı boyunca tek falso vermeden devam eden bu orkestrasyonu temin yolunda gösterdiği sabır, katlandığı müşkilat, karşılaştığı anlayışsızlık, yorucu, ezici, yıpratıcı sebat ve metanet mücadelesi bu kahramanı sonuna kadar adım adım takip etmiştir.
Fakat o bir idealistti; tahammül etti. Tahammül etti, zira insanları seviyordu. Hem öylesine seviyordu ki bütün yaradılış alemini kayıtsız şartsız muhabbeti potası içinde birleştirirken anadan rahim, atadan şefik, dosttan vefalı, kardeş, yoldaş, haldaş ve şefaatçi oluyordu.
Kırmadı, kırılmadı, affı ve gufranı, sebil sebil, bekleyeni olduğu kadar beklemeyeni de geldi buldu.
İşte cins, mezhep, ırk, millet seçmeyen alemşümul aşkı ve imanı ve her kainat zerresi ile mutabakat ve iştiraki böylece onu , kayıtsız şartsız sevilen büyük insan yaptı.
Bu karşılıksız alaka ve muhabbettir ki işte onu dalgalana dalgalana genişleyen bir hayranlar çemberi ile kuşatmıştır. Fakat O, bu akış ve cezbe karşısında da tevazuunu muhafaza edip her zaman nötr, hatta pasif kalmayı tercih ve temin etmiştir.
Böylece, alemşümul dostluk ve muhabbetini formüle eder ve hayatın her köşesine çağlayan bir nehir gibi uzatırken, kayaları parçalayan ağaç kökleri gibi, emsalsiz samimiyeti ile sırasında en katı yürekleri bile yumuşatıp eritmiştir.
O, her devrin geçer akçesi olan gerçek bir kıymetti. Nev’i beşere ileri bir anlayış ufku açarken hem kendi mihveri, hem de güneşin etrafında dönen Arz gibi, ferdi ve içtimai hayatın ruhunu kıl kadar aksatmadan ahenkleştirmiştir.
Ken’an Rifai, bütün yaradılış aleminin mazharlarını kendinde toplamış büyük insandır. Bunun için de en mübarek sıfatla anıldığı gibi, en alelade şekilde de yad edilebilir. Bu onun esma-i hüsna’dan tek ismi dahi kendinden dışarda bırakmasına imkan vermeyen manevi ihata ve kemalinin icabıdır. Meselenin en hoş tarafı da “Beni kimi Ken’an görür, kimi şeytan görür” derken, her ikisinden de aynı derecede zevk almış olmasıdır.
Hakikaten gerçek büyük insanın varlığı, herkesin kendi istidadı çehresini onda seyrettiği rast ve cilalı bir aynadan başka nedir?
Şunu da belirtmek isteriz ki bu söylediklerimiz, söylemek istediklerimizin ne tamamı, ne de tam kandisidir.
İnanıyoruz ki şimdiye kadar olduğu gibi şimdiden sonra da en büyüğünden en küçüğüne kadar iyiliğe, doğruluğa, güzelliğe, hayra, kemale dair herşey, beşeriyete onu müjdeleyecek, ondan bir haber, bir selam getirecektir. İnsanı aşka ve imana götüren her ses, onun bize seslenişidir. İleriye attığımız her adımda O’nu bizimle beraber göreceğiz. Temiz göz yaşlarımızda ve müsterih tebessümlerimizde onun da hissesi vardır. Yeisli anlarımızda beliren ümit ışığı, onun şefkatli nazarı, alnımızda dolaşan el onun şifakar elidir. Her zaman günahlarımızdan mahcup olan O’dur.Her zaman biz pişman oluruz O unutur, biz tekrar ederiz O affeder. Ve onu unuttuğumuz, inkar ettiğimiz, cefa ettiğimiz her devirde başımıza sarılan çileleri gene onun af ve gufrandan ibaret varlığında halleder, hatalarımızdan onun rahmeti deryasında yıkanırız. İnkarda da, ikrarda da olsak, nedametlerle de ağlasak, ilahlar gibi de gurur duysak, zaman değişse, insanlık her hal ü kârın içinde O’nu kendi yanında, yanı başında bulacaktır. Rahmeti, şefkati ve sabrı ile derdimize derman olacak, talebimiz ne yolda ise o suretle tecelli edecektir.
Beşeriyet, bizzat kendinin toplamı ve sembolü olan bu ulular olmasaydı – bütün kalabalığına rağmen- ne kadar yalnız, - bütün varlık ve ihtişamına rağmen- ne kadar yoksul ve fakir kalacaktı.
İnsanlık her yeni günün muhteşem şafağında, O’nun, hayatın içine karışıp yayılmış rahmeti ile şifalandığı nisbette, iman, aşk ve selamete ererek hayatın şuuruna doğru yol alabilecektir. İşte O’nun cemal ve kemal denizi içinden çıkardığımız bu ümit ve imanla susuyoruz.
SOHBETLERİNDEN:
Bizim yolumuzda iki ilim vardır. Biri ilm-i aciz, biri ilm-i sükut. İnsanın kemali bu ilimleri öğrenmekle hasıl olur. Bu ilimleri öğrenen kimse ulu kimsedir.Mekarim-i ahlakiyeden aranacak başlıca şey, halis niyet ve halis ameldir (ihlas).
Hizmetkarlarınızı hor ve hakir görmeyin; dön geri borusu çalındığı zaman en arkadakiler en öne geçer.
Maruz kaldığın her hal , iyi veya kötü amalinin neticesi olarak verilmiş hükümlerin icabıdır.
Kalbde huzurunuzu muhafazaya dikkat ediniz, çünki Allah kalbe ve niyete nazar eder.
İş, her umurda Hakk’a acz ve ihtiyacını arzetmekte ve tamamiyle ona muhtaç olmaktadır. İşte bütün taat, ibadet ve riyazatın manası budur. Keza, “La İlahe İllallah” da budur. Acz, ihtiyaç, fakr ve yokluk... “ben yokum sen varsın”.
Ne sen kimseden incin, ne kimse senden incinsin.