İnsan-ı kamilden maksat, hakikat-ı insaniyedir. Cenab-ı Hak bunu Kur’an-ı Kerim’de kelime sözü ile ifade ediyor ve o kelimeyi anlatmak için “denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa yine beyan etmeye muktedir değildir” buyuruyor. Kelimeden maksat, kamil insan yani hakikat-ı insaniyedir. (Kehf suresi, 109. ayet: Kul lev kane’l – bahru midaden li kelimati Rabbi le-nefide’l – bahru kable en tenfede kelimatü Rabbi velev ci’na bimislihi mededa.)
Ken’an Rifai, mistik sultandır. Mistiğin manası, hakikat sırrına vakıf, o sırrı yaşayan ve sırra katılmış , herkesin manasını gören, herkesin iç yüzünü bilen, ona hürmet eden ve onu yaşayan, Allah’ın hakikatine ve sırrına vakıf (Hakikat-i Muhammediye), insandaki Allah’ın hangi isimleri taşıdığını bilen kişidir.
Hâkim adamdır ( hikmet sahibi), sırrı dünya planına çıkarmış, onu mana haline çevirmiş (hikmet) ve cemiyete zerk etmiştir. Hakikati , herkesin anlayacağı seviyeden anlatan kişidir.
Mürşid-i âgâhtır, “Bir ayağım şeriatte sabit, diğer ayağımla yetmişiki milletle beraberim” diyen Hz. Mevlana gibi bütün yaptıklarını şeriat hükümleri dahilinde (Allahın taktiri dahilinde) yapan , yolunun icabına vakıf, cemiyetin bünyesini tanıyan ve insandaki sırrı keşfedip ona özel kişisel irşad yapan kişidir.
Mürebbidir, bu irşadı takip eder.
Filozoftur, Allah’ın hergün yeni bir şanla uyanışını görüp, bilip ona göre dinini modernize edebilen , Kur’an-ı ona göre uyarlayan kişidir.
Mürşid-i âgâh, zümrenin değil kainatın malıdır ve bir devre değil bütün asırlara hitap edecektir. Ken’an Rifai , aşk ve ilimde zirvede irşad yapmıştır.
İlmi olmayan aşk sultanı asırlara hitap edemez.
Ken’an Rifai’nin bir papaz kızı olan talebesi Sofi Huri, kendilerini anlatırken, “Ahd-i Atik peygamberlerinin heybetini andıran şahsiyetinin tesiri ile, bir uluya yakışır müsamaha ve anlayışı görerek şaşırdım ve en küçük yanlışı gören, insan ruhunu okuyan heybetle beraber durmadan akan müsamaha ve şefkat şelalesi ile sarsıldım” diyor. “O huzurda, heybetin kuşattığı sonsuz yokluk ve nihayetsiz tevazu buldum” diye devam ediyor. “ Halinde ve simasında beşeri davalarını tasfiye etmiş, her nevi beşeri mücadeleleri yenmiş bir insanın sükun ve sekineti görülür. İslam tasavvufunu ve bu tasavvuf ahlakının İseviyet düsturları ile esasta el ele gittiğini, efendimden öğrendiğim zaman idrak ettim”.
Ve devam ediyor: “ Ken’an Rifai’nin müsamaha ve af hasleti ölçüye sığamaz. Herkesi kendi halinde mazur görmeyi, kimseyi ayıplamamayı, hele hiçbir zaman mahkum etmemeyi öğretir. Onun meclisinde dedikodu asla yer bulmaz; şikayet, gıybet veya hoşnutsuzluk tezahürüne de yer verilmez.”
Müsamaha O’nun kemalinin icaplarındandır. “Fazilet ve kemalin en bariz alameti, kimsenin ayıbını görmemek ve söylememektir” demiş ve bu hasleti hayatı boyunca her vesile ile bilfiil ispat etmiştir. “Hak yolunun talibi, bu dünyayı Allah’ın evi ve insanları da ailesi olarak kabul etmeli ve ona göre hareket etmeli” demiştir.
Ken’an Rifai’nin kemali büyük tevazuunda da görülür. “Ben Allahın en hakir kuluyum.” “Ben bir hiçim, bir kul parçasıyım!” “Ben herkesten hakirim,” demişti.
“Kainatta en günahkar bir vücud varsa, benim
Yok yüzüm varmak için Allah’a isyanımla ben
Zahir ü batında yokken zerre miktar kıymetim
Serfiraz oldum düalem, cehl ü nadanımla ben
Hangi bir mahlukla şayet nefsimi etsem kıyas
Cümlenin madunu kendim, küfr ü imanımla ben”
(İlâhiyât-ı Ken’an)
“Adem oğlu evvela kendi kendisiyle sulh yaptıktan sonra, cümle alemle de barış haline geçmekle huzur ve sükuna kavuşur ki, işte hürriyet budur,” diyen ve vaktiyle faaliyetin, enerjinin şelalesi denecek bir bünyenin sahibi olan pir-i muhteremi hasta ve uzviyetini kullanamayacak halde görüyoruz. Fakat buna rağmen rahatsızlığından ne kendi şikayet ediyor, ne de başkalarının şikayetini hoş görüyordu. O kadar ki her türlü iştika, onu hakikaten üzüyor ve rahatsız ediyordu.
Bu tahammül, bu kalp huzuru , bu iç sükunu ancak bu çapta bir ehlullahta görülür. Öyle bir ehlullah ki benliği aşk, ruhu aşk, kendisi bir ruh abidesidir. Bu mistik aşkı anlamak için insanın ancak kendisi böyle bir aşkın hiç olmazsa bir katresini içmiş, asırlar boyunca mütefekkir, şair ve mistiklerin kaleminden çağlayanlar gibi durmadan akmış, şelaleler halinde dökülmüş olan o aşk ummanına , zerre miktarı da olsa, dalmış olması lazımdır. Kendileri aşka merkez olmuştur. Onun için hayat değerlidir, çünki insanları sevmek ve onlara hizmet etmek için yaşanır.
İman , ulvi şahsiyetlerde merkezleşir. Onlar bu dünyadan sureta gitseler de, ulvi huzurları herzaman bizimledir. Biz ise, bizi işleyen ve kalbimize dokunan eli biliriz.