İlim AnlayışıIndexKen’an-er Rifai dinin ilme nazaran geri ve muhafazakar oluşu telakkisi üzerinde ehemmiyetle durup, bu mevhumun derhal düzeltilmesi icap eden en önemli meselelerden biri olduğunu anlatmıştır. Büyük dinlerin mahiyet ve gayeleri üzerinde kafi derecede bilgi sahibi olmadan ve basit bir iman planı içinde bir takım dogmalara saplanıp kalarak zamanımızın icapları ile at başı giden müsbet bir dünya görüşüne sahip modern insan tipine nasıl varamazsak, din softalığının karşı kutbuna gidip ilim softalığını müdafaa ederek ve insanı bir takım ilmi dogmaların esiri yaparak ikinci bir çıkmaz yola düşülebileceğinden de aynı derecede endişe duyuyordu. “Eğer mikroskobunun altında küçücük bir zerreyi tetkik eden bir labaratuar adamı, kainatın içinden aldığı bu küçücük nümune karşısında hayretlere düşerek insan bilgisinin mahdutluğunu sezip derin bir tevazu ile tefekküre dalmıyorsa, onun modern ilmin hakiki bir müntesibi olduğundan şüphe edilir” derdi. Ve Hazreti Peygamber’in bildikçe bilmeye doymayan teşnelikle: “Ya Rabbi! Benim hayretimi ziyadeleştir” demiş olmasını bu fikrin bir ifadesi olarak her zaman tekrarlardı. Böylece terazinin hem ilim hem de din kefesini softaların elinden kurtararak problemi çözmeye çalışıyordu. Kendileri biliyorlardı ki müslümanlık ilim temelleri üzerine inşa edilmiş bir dindir. “Oku!” diye başlayan kitabıyla,
silahımızdır.”,
diyen peygamberi ile batıyı dahi engizisyonun taassubundan kurtaran muazzam alimleri ile İslam’ın ilme verdiği değer herkes tarafından malumdur. Mesela “The Messenger, The Life of Mohammed” isimli kitabında tanınmış İngiliz yazar R.V.C. Bodley, bu meseleyi şu şekilde ele almıştır. “Müslümanlar, diğer dinlere mensup din muhariplerinin yaptıklarını kat’iyen yapmadılar ve işgal ettikleri memleketleri harap etmediler, müslümanlar nereden geçtilerse orada eskisinden çok daha güzel ve mükemmel eserler meydana geldi. Hem de süratle! Bir sağnak gibi harab ettikleri yerleri de kısa zamanda yeşillendiriverdiler. Peygamber efendimiz diyor ki:
Ken’an Rifai, ilmin insanların insandan öte bir varlığa karşı olan iştiyak ve ihtiyacını karşılayamayacağını hesaba katarak, dini, bir ahlaki prensip, ilmi ise bu prensibi tekamül ettirme vasıtası olarak bağdaştırmıştı. O, ne dogmatikler gibi değişmez bir doktrine demir atmış, ne radikaller gibi bir hadiseyi görür görmez hakikatin ta kendisi sanmak gafletine düşmüş, ancak dünyanın tekamülü için lazım olan inşacı ve yaratıcı çalışmaya kıymet verdiğinden, ilmin mütereddid, çekingen, ağır temposunu dikkatle takip etmiştir. “Dün doğru dediklerimize bugün yanlış diyoruz. Yarın da bugünkü neticelerin yanlış ve eksiklerini anlayacağız, esasen tekamül de bunu icap ettirir” diyordu. Yine diyordu ki: “Fizik aleminin mahiyetini artık geçen asrın anlayışı ile ele almak fikri iflas etmiştir. Bu asrın en asil ve ilim haysiyetine en yakışan hareketi hakikatini anlayamadığı bu fizik kainat karşısında aczini itiraf etmesidir.” Ken’an Rifai imanlı ilim adamını olduğu kadar, Allahsız ilim adamını da dinlemek suretiyle her meselede rağbet ettiği mukayeseli görüş kapısını daima açık bırakmıştır. Kendileri şunu da çok iyi anlamıştı ki dini vakıalar da kendilerini anlatmak için ilme muhtaçtır. Bu anlayış ve bilişle O da Hz. Muhammed’in sözüne uyarak: “ Dünyayı isteyen ilme sarılsın, ahireti isteyen ilme sarılsın, hem dünyayı hem ahireti isteyen yine ilme sarılsın” gerçeğini sık sık tekrarlıyordu. “Taassuplardan, batıl itikatlardan, dogmalardan ve iptidai fantezilerden temizlenmek için ne kadar ilim gerekli ise, ilmi başarıların içindeki insani hatalardan temizlenmek için de o kadar din, dolayısıyla vicdan gereklidir” diyor. Atom bombasını keşfeden alimler, başta Einstein olduğu halde diyar diyar dolaşıp “atom bombasını kullanmayın” diye milletlere hitap ederlerken, onları tahrik eden iç kuvvetini nereden alıyor? “Saadetsiz zevk, ilimsiz saadet ve hikmetsiz ilim aradığımız için kalp huzuruna ve saadete sahip olamıyoruz. Hikmetsiz ilim olmaz, çünkü bütün ilimlerin gayesi Allah’ı bilmektir. Amellerin gayesi ise güzel ahlaktır, buna da insanı din ve iman götürür”. En geniş ve saf manası ile din anlayışı, en ileri ilim görüşü ile gerçekten anlaşıp kucaklaştıkları zamandır ki insanlık, kardeşlik, dostluk, yardımlaşma esası üzerinde ve emniyetli şartlarda birleşeceklerdir. Bu öyle bir birleşme ki, onu ne mekanik hukuk kanunları, ne rasyonel ilim kanunları, ne de ideolojik propagandalar, yalnız başlarına başaramazlardı. Nev’i beşerin ideal bir dava üzerinde birleşmesi ancak ve ancak onun en derin samimiyeti içine girmekle mümkündür. İnsan gerçek bir iç hayatının ve şekillerin altında mevcut olan mananın varlığına erdiği zaman eşyanın ve hadiselerin tesirinden kurtularak nisbi bir huzura ve hürriyete vasıl olabilir. Bu huzur ve hürriyetin, sosyal refahla zenginleşip takviye edilmesi lazımdır ve bu da ilmin işidir. Ken’an Rifai insanları birbirlerine, Allah’a karşı ilmin gerçeklerine ve sevgi esasına dayanan bir dinle zenginleşmiş münasebetler sistemi içinde birleştirmeye çalışıyordu. Hz. Ali’nin şu sözünü ondan her zaman duyduk: “Kalbin hayatı ilimledir, yaklaşınız. Ölümü ise cehilledir, kaçınız”. Ken’an Rifai’nin hayatını tetkik ederken görüyoruz ki o sadece nazari bir ilim taraftarı olarak kalmamış, bunu kendi günlük hayatına da fiilen intikal ettirmiştir. Bir talebesi ile konuşurken diyor ki: “ İrşada memur olanlar için sadece manevi ilim kafi değildir. Bir mürşid, bir mürebbi zamanın gidişine, maddi ve manevi hayatına vakıf değilse talebeleri ile nasıl anlaşabilir. Sen bana ben musiki bilirim, diye, musikiden söz açtığın vakit ben sana bu meselenin esasları hakkında hiç değilse umumi olarak bir şey söyleyemezsem hoşuna gider mi?” Onun yapıcı zekası, herhangi bir taraftan gelecek olan problemlere cevap vere vere bilenmiş bir kılıç gibi parlaklığını, keskinliğini sonuna kadar muhafaza etmiş ve bu zekaya eklenen misilsiz imanı ve kuvvetli bilgisi sayesinde büyük fikir ve ahlak inşası meydana gelmiştir. |