Bu muhteşem serginin açılışına sebebini bilmediğim bir hisle gitmedim, daha doğrusu gidemedim. Adını koyamadığım bir engel beni sımsıkı kavradı, göndermedi. Yanılıyor muyum bilmem ama sanırım iyi ki de gidememişim. Bazen içinde yer alacak kadar yakın olmak görüşü engelliyor. Bu durumu, serginin açılışını televizyon haberlerinde gördüğümde anladım. Orada olsaydım ne hissederdim bilemem ama haberlerdeki görüntü beni öylesine etkiledi ki saatlerce gözüm yaşlı gezdim. Aradan bir gün geçmesine rağmen gözümün önünden hiç gitmiyor.
Ne mi gördüm? Gerçek bir kulu gördüm. Böyle bir kul görülmeden Resul hissedilemiyormuş meğer. O kul ki, hayatını o büyük Resul’e hizmete adamıştı. O hizmetlerin çoğunun planlanışında, onun yanıbaşında olmak bana da nasip olmuş, onun heyecanını, gönlünün nasıl titrediğini görmüş daha doğrusu kendimce hissetmiştim.
Peki bu sefer ne görmüştüm de böylesine etkilenmiştim, her bir zerrem titremişti ve titremeye devam ediyordu? Onun, bu hizmetlerin hazırlıkları esnasındaki gayretini, heyecanını, gözlerinde titreşen mutluluk kıvılcımlarını görmüştüm. Nihayet hazırlıklar tamamlanmış, gayretler netice vermişti. İşte o anda, o büyük gönül mimarı, görünmez olmak istercesine büzülmüş, küçülmüş, yokluğun sınırına gelmişti. Yokluğun sınırına diyorum çünkü kalan o küçücük bedenin varlığına bizim ihtiyacımız vardı ki biz o noktanın aynasında aşkına âlemlerin yaratıldığı o büyük Resul’ü görebilelim.
Evet, hala titriyorum, çünkü gayretinden bile tövbe etmiş bir kulun aynasında, Bir ve Tek Resul’ü gözlerimle değil kalbimle gördüm.
Meral Hasırcı
İstanbul - 2.4.2007